Osmaniye’nin eski mahallelerinden birinde yaşayan Sırrı Bey’i herkes tanır ama kimse tam olarak nereli olduğunu bilmez. Sessiz, içine kapanık hâliyle yıllardır aynı sokakta yaşar. Oysa bilenler bilir; Sırrı Bey emekli bir tarih öğretmenidir. Hayatını ise tek bir amaca adamıştır: Kastabala Antik Kenti’nin sütunlu yollarında esen rüzgârın sesini, kanunuyla notaya dökmek.
Rüzgârın Fısıldadığı Makam
Gençlik yıllarında Kastabala’da yaptığı bir gezinti sırasında, kayaların arasından süzülen rüzgârın farklı bir ezgi taşıdığını fark eder Sırrı Bey. Ne kitaplarda vardır bu ses ne de bilinen makamlar arasında. O gün, duyduğu bu eşsiz melodiyi “Osmaniye Nefesi” diye adlandırır. Yıllar geçse de o ses kulağından hiç silinmez.
Taş Duvarlar Arasında Sessizlik
Akşam olunca Sırrı Bey, evine geri döner. Gürültüden uzak, rüzgârın hafızasını koruyan bu taş ev, onun sığınağıdır. Kanununu dizlerine alır, gözlerini kapatır ve rüzgârı hatırlamaya çalışır.
Mızraplardaki Esrar
Parmaklarındaki mızrapların Kadirli çevresindeki antik kazılardan kalma özel bir metalden yapıldığına inanılır. Her tel vuruşunda, dinleyenlerin zihninde Çukurova’nın sarı başakları, Amanos Dağları’nın puslu zirveleri canlanır. Kimileri bunun bir tesadüf olduğunu söyler, kimileri ise mızraplarda gizli bir tılsım olduğuna yemin eder.
Osmaniye’nin Sessiz Efsanesi
Mahallede bir söylenti dolaşır:
Sırrı Bey, “Osmaniye Nefesi”ni bir gün eksiksiz çalabilirse, o gün şehirde dert kalmazmış. Küsler barışır, bereket ovaya yağmur gibi yağarmış.
Ama Sırrı Bey hâlâ o mükemmel notayı arıyor. Her akşam taş duvarların arasında kanunundan yükselen ezgiler, belki de Osmaniye’nin hafızasına bir gün tamamlanacak bir melodiyi fısıldamaya devam ediyor.