Bir Türk, bir Alman, bir Amerikalı masaya oturur…
Fıkranın girişini bilirsin. Hep biz gireriz sahneye en son, kahkahalar arasında kazanan da biz oluruz.

Ama o masa artık başka bir masa.
Yeni dünya düzeninde o masada kahkaha atanlar biz değiliz; faturayı ödeyen, en son kalkan biziz.

Bir zamanlar “zeki Türk” tiplemesiyle övünürdük. Alman plan yapar, Amerikalı para koyar, biz de bir kurnazlıkla hepsini alt eder, fıkrayı bitirirdik.
Şimdi masada veri konuşuluyor, yapay zekâ konuşuluyor, üretim zinciri konuşuluyor… Biz hâlâ mizahın içinde yaşamayı tercih ediyoruz.
Güldükçe kaybediyoruz, kaybettikçe gülmeye çalışıyoruz.

Gerçek enflasyon rakamları değil asıl yakıcı olan; umut enflasyonu.
Her gün biraz daha değersizleşen bir “yarın daha iyi olacak” beklentisiyle yaşıyoruz.
Cebinde son parasıyla kahve içip, “neyse canım, onların doları varsa bizim de Allah'ımız var” diyen milyonlarca insan var bu ülkede.
Kazandığımız tek şey alışkanlık: kaybetmeye alışmak.

Bir Türk, bir Alman, bir Çinli, bir Japon, bir Amerikalı masaya oturuyor…
Bu defa herkes kazanıyor, biz hariç.
Çünkü oyun artık bilgiyle, teknolojiyle, akılla oynanıyor.
Biz ise hâlâ duygularla, hamasetle, “bizim damarımızda o kan var” cümleleriyle oyuna dahil olmaya çalışıyoruz.
Ama masa duygusal değil; matematikle işliyor.

Belki de en büyük kaybımız bu: kaybettiğimizi fark etmemek.
Bir ülke düşün; her şeyini kaybederken hâlâ kendini kazanan sanıyor.
Bir halk düşün; geleceğini tüketirken televizyon karşısında başkasının zaferine alkış tutuyor.
Biz artık fıkradaki değil, haber bültenlerindeki Türk’üz.

Es cümle ile:

Bir Türk, bir Alman, bir Amerikalı yine masaya oturacak.
Ama bu kez fıkra değil, dünya ekonomisinin yeni oyunu başlayacak.
Ben artık kahkaha değil, cevap istiyorum:
İtibarımız en tepede. Peki ama bizim onlardan neyimiz eksik..

Hadi iyi uykular canım halkım..